PROF. SITKI ARAS'IN PALANDÖKEN GAZETESİNDE YERALAN MAKALESİ
Taş, maddiyatımızda mezarlarımızın başlarından yüzüklerimizin kaşlarına dek, yaşamımızın tüm kesimlerinde en vefalı dostlardan çok daha vefalı olarak arz-ı endam etmiş, maneviyatımızda ise; masallarımızın, darb-ı mesellerimizin, deyimlerimizin, manilerimizin oluşmalarında adeta yapı taşı oluvermiştir. Mesela; "Başını taşa vurmak, Tekerine taş koymak" gibi deyimler, "Beğenmediğin taş, kalkar yarar baş" gibi darb-ı meseller ve
"Veli olmaz kişi taşlanmayınca,
Ciğeri kavrulup haşlanmayınca,
Yiyemez körpe kuzu kuru otu,
Büyüyüp gün be gün dişlemeyince." gibi maniler ve şiirler bunlardan bazılarıdır.
Hep anlatırlar; zamanın birinde yabancı birisi bir kış ortasında Erzurum' un bir köyüne gelerek köpeklerin saldırısına uğrar. Tek silahı yerdeki taşlardır. Ancak el atmış olduğu her biri soğuk dolayısı ile donarak yere yapışmıştır. Ve eli boş döner. O esnada; "Bu nasıl memleket, taşları bağlamış, köpekleri salıvermişler." manalı cümlesini sarf eder. Bu, nesilden nesile aktarılarak bir darb-ı mesel haline gelir. Daha çok zalimlerin haksız zulümlerine karşı, haklı tepkilerini dahi gösteremeyen mazlumların acizliklerini vurgulamak için kullanılmaktadır.
Bu yaşlı gezegenimiz, ömrü boyunca derisi soyulurken, vücudu bin bir ızdırapla doğranırken "Öf" bile demeye hakları olmayan zavallıların kanlarını hep içip durmuştur. Akla mantığa sığmayan bu işkencelerin muhatapları daha çok ilk Hıristiyanlar ile ilk Müslümanların köleler kesimi olmuştur. Tarihlerimiz, eski Roma'da da kölelere benzeri zulümlerin yapılmış olduğunu yazmaktadırlar.
Bir zamanlar batı kaynaklı bir roman okumuştum. Zengin birisi çocuklarına oyuncak olsun diye dokuz on yaşlarında bir köle satın alır. Zavallı oyuncak çocuk, efendileri tarafından ateşlere atılmaya kadar, çeşitli işkencelere maruz bırakılır. Ağzına, diline, ellerine, ayaklarına, gözyaşlarına ve hatta düşüncesine bile pranga vurulmuştur. Bir defasında ağlayacak olur. Çocukları korumakla sorumlu olan başka bir yaşlı köle tarafından " Sen kölesin, ağlamaya hakkın yoktur" denilerek bayılıncaya kadar dövülür.
Bazı hallerde bu ters tecelli edip, alt tabakalar üstlere zulüm yapabilme fırsatları yakalayabilmektedirler. Büyük Akifimiz bu durumu;
"İlahi en asil akvamı alçaltırsın istersen, Dilersen en zelil eşhasa izzetler verirsin sen"
Şeklinde ifade etmişlerdir. (Balkan harbi dolayısı ile yazılmış olan bu şiirde" alçaltırsın" kelimesi, düşmek, mahkûm olmak manasında kullanılmıştır.)
Bu şıkkın ızdırabının çilesini bizzat yaşamışımdır. Köyümüze başka bir ilçeden gelerek, iaşeleri komşular tarafından sağlanan dul bir anne ile akranımız olan bir yetimi vardı. Büyüklerimiz; "Yetime el kalkmaz, dil uzatılmaz" diyor, bir de cehennemlik olan zengin birisi kirlenmiş olan elini temizlemek için yetimin başına sürer, muhatabı ise okşanmış olduğunu sanarak sevinir. Bu yüzden adam cehennemlik defterinden silinerek cennetliklere kaydedilir. Menkıbesini anlatırlardı. Bu yüzden yetim arkadaşımızın sözlü hakaretlerine de fiziki darplarına da katiyetle karşılık veremedik.
Benzeri baskıları yine akranımız olan çoban çocuklarından görür ve karşılık veremezdik. Çobanlar, genellikle başka ilçelerden gelirlerdi. Yetim arkadaşımızın imtiyazı büyüklerimizin merhametli kalplerinden, çoban çocuklarınınki ise babalarının bıçaklarının keskin ağızlarından kaynaklanırdı. Çünkü çobanlar, kafalarını bozan birisinin tüm koyunlarını "Ölüyordular" gerekçesi ile bir gece yarısı keser ve hiçbir kimse hiçbir şekilde hak talep edemezdi. Bu nedenle, çocuklarının her çeşit şımarıklıklarına mecburen katlanırdık.
Ne yaparsın ki, işte bu şekilde bazen kaderin bir cilvesi olarak köylerde de, kentlerde de, tüm yurt sathında da özbe öz memleket çocukları için bu vatanın taşları bağlanabilmektedirler.